Eski İstanbul’Dan Hikayeler (1935-1950)
Yazar Adı: Sermet Muhtar AlusEski İstanbul’dan Hikâyeler (1935-1950), Sermet Muhtar Alus’un 1935-1950 tarihleri arasında, kaleme aldığı eski İstanbul’a dair hikâyeleri bir araya getiriyor. Kitap, farklı tarihlerde Akşam, Yeni Sabah gazetelerinde ve Amcabey, Aydede, Akbaba, Aydabir ve Hafta mecmualarında yayımlanmış ve insana dair hikâyelerin yer aldığı yazılardan meydana geliyor.
Yazarın Eski İstanbul’dan Hikâyeler'de anlattıkları bütünüyle –yaklaşık 75 yıl önceki– kendi hatıralarından, şahitliklerinden, gözlem ve izlenimlerinden; yakın çevresinden duyduklarından hasıl ettiği bilgi ve malûmatlardan meydana gelmekte. Bugün bizler içinse şehir tarih
- Ürün Özellikleri
- Ödeme Seçenekleri
- 0 Yorum
- Tavsiye Et
- Hızlı Mesaj
-
Eski İstanbul’dan Hikâyeler (1935-1950), Sermet Muhtar Alus’un 1935-1950 tarihleri arasında, kaleme aldığı eski İstanbul’a dair hikâyeleri bir araya getiriyor. Kitap, farklı tarihlerde Akşam, Yeni Sabah gazetelerinde ve Amcabey, Aydede, Akbaba, Aydabir ve Hafta mecmualarında yayımlanmış ve insana dair hikâyelerin yer aldığı yazılardan meydana geliyor.
Yazarın Eski İstanbul’dan Hikâyeler'de anlattıkları bütünüyle –yaklaşık 75 yıl önceki– kendi hatıralarından, şahitliklerinden, gözlem ve izlenimlerinden; yakın çevresinden duyduklarından hasıl ettiği bilgi ve malûmatlardan meydana gelmekte. Bugün bizler içinse şehir tarihi-kültürü ve sosyolojisi hükmünde. Kitabı meydan getiren her bir yazı, enstantaneler halinde toplum içinde tutum ve davranışlarıyla capcanlı insanın anlatımı. Buradaki hikâyeler zihinde tasarlanmış birer kurgu örneği değil. Yazarın bizzat şahitlikleri ve duydukları neticesinde kaleme aldığı hikâyeler. Sermet Muhtar bu yazılarında, gelenekler ve kültürün şekillendirdiği insan ilişkilerini ve onların her birinin devrin şartları, ruhu ve idrakiyle bütünleşmiş kendine özgü hikâyelerini anlatmakta. Öyle ki o ele avuca gelmez, sürprizlerle dolu insanlık macerasını, hayat parıltılarını bazen ibret bazen de yavaş yavaş içimize dokunan kader ironisini hissettirerek dile getiryor.Yazar kendine has, o esprili üslûbu ve anlatımıyla aile yapısı, ilişkiler hiyerarşisi, gelenekler içinde gelişip ortaya çıkan insani özü işlediği bu hikâyeleriyle mekânı ve insanı içiçe bir bakıma kelimelerle zaptetmek ister. Sanki onların zaman içinde unutulup gitmesine gönlü razı değildir. Belli ki bizlerin de o hikâyelere dahil olup farklı zamanlar, ayrı devirler birleşip buluşsun, geçmişin hikâyeleri zaman ile kayıtlı olmasın, onun hükmüne boyun eğmesin dileğindedir. Bütün bunları, unutuşun gafletinden kurtarıp kalemiyle ebedileştiren yazar kıvrak üslûbu ve dil zevkiyle, artık yazı hayatımızdan neredeyse tamamen çekilen zarif ironisiyle, edebiyatın daima yaşayacak dünyasına ekliyor. Belki o yapmasaydı hiç yapılmayacak olanı bizlere sunuyor.