Hayvan taşımada kullanılan yük trenleriyle önce toplama kamplarına ardından esaret hayatlarını sürecekleri ana kamplara gönderilen Türk esirler, yolculuk boyunca birçok olumsuz durumla karşı karşıya kalmıştır. Giyim, yiyecek ve içme suyu açısından sefaletin yaşandığı bu yolculuklar sırasında birçok Türk esir, tifo ve dizanteri gibi hastalıklardan dolayı yaşamını kaybetmiştir. Sağ kalanlar ise gönderildikleri esir kamplarında yaşam mücadelesi vermişlerdir. Rusya içlerine gönderilen Türk esirlerin toplama kamplarından biri olan Bakü’deki Nargin Adası, yaşam koşullarının en ağır olduğu toplama kamplarından biridir. &l
- Ürün Özellikleri
- Ödeme Seçenekleri
- 0 Yorum
- Tavsiye Et
- Hızlı Mesaj
-
Hayvan taşımada kullanılan yük trenleriyle önce toplama kamplarına ardından esaret hayatlarını sürecekleri ana kamplara gönderilen Türk esirler, yolculuk boyunca birçok olumsuz durumla karşı karşıya kalmıştır. Giyim, yiyecek ve içme suyu açısından sefaletin yaşandığı bu yolculuklar sırasında birçok Türk esir, tifo ve dizanteri gibi hastalıklardan dolayı yaşamını kaybetmiştir. Sağ kalanlar ise gönderildikleri esir kamplarında yaşam mücadelesi vermişlerdir. Rusya içlerine gönderilen Türk esirlerin toplama kamplarından biri olan Bakü’deki Nargin Adası, yaşam koşullarının en ağır olduğu toplama kamplarından biridir. “Yılanlı Ada” olarak da anılan Nargin Adası, susuzluktan kaynaklı pislikten haşerelerin kol gezdiği, camsız barakaları ve sayıları binleri bulan esir nüfusuyla insanlık tarihinin kötü anılarından biri olarak tarihteki yerini almıştır.
Savaşlar ve çatışmalar, istenmeyen dramatik hadiseler olsalar da insanlık tarihinde savaşsız ve rekabetsiz bir dönem hemen hemen yok gibidir. Genelde zaferler ve mağlubiyetler ekseninde değerlendirilen savaşlarda devletler, şehitler ve gaziler üzerinden bir tarihyazımı gerçekleştirirken esirler, çoğunlukla göz ardı edilmektedir. Hâlbuki her savaşta silahlı çatışma sırasında veya sonrasında rakip tarafından canlı şekilde ele geçirilerek gözaltında tutulan askerler, az veya çok bir esaret hayatı yaşamaktadırlar. Esir alınanlar veya esareti yaşamak zorunda kalanlar bu savaşların belki de en görünmez unsurlarından biridir. Artık onlar ne ölüdürler ne de tam anlamıyla mensup oldukları tarafın bir parçasıdırlar. Siyasi-askeri tarih yazıcılığında genelde sonuca odaklanıldığından, sadece mağluplar için değil galipler için de söz konusu olan esaret, tâlî bir mevzu olarak değerlendirilmiş ve diğer konuların gölgesinde kalmıştır.
“Esir kimdir?” sorusuna insan merkeze alınarak cevap verildiğinde konunun ne denli dramatik olduğu görülmektedir. Şöyle ki esirler, esaretin zillet ve hiddeti içlerini kemiren, savaşın ceremesini yüklenen ve çoğu da nisyana mahkûm edilen insanlardır. Esaret, basit bir tutsaklık hadisesi veya hürriyetin tahdidi olarak değerlendirilecek kadar sıradan bir mevzu değildir. Farklı etnik ve dini kökenden gelen esirlerin yaşadıkları ortama dair bizzat müşahedelerine dayanan kıymetli bilgileri kayıt altına aldıkları, hatta ihtidâ suretiyle esaretleri sona erdiğinde idari, sosyal ve kültürel hayata çok önemli katkılar sağladıkları da bilinmektedir. Savaş esirleri sadece milletlerarası hukukun değil aynı zamanda insanlık tarihinin de bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Esir/esaret biraz da mahcubiyet içerdiği için bu konularla ilgili çok fazla yayına ulaşılamamaktadır. Bu alandaki boşluğu doldurmak üzere yapılan bu çalışmada, Türk tarihinde savaş esirleri konusu akademisyenler/uzmanlar tarafından birçok yönüyle incelenmeye çalışılmıştır.